Bir kadını anlamak,bir şarabı tatmak gibidir..Dünüyle,bugünüyle ve yarınıyla Siz...de bıraktığı,bırakacağı tatları sevmek.Yeniden onu içebilmek arzusuyla yanıp tutuşmak gibidir...Sarhoşun hep birbahanesi vardır içmek için.O hüzünlense de içer, sevinse de.Ama...Aşığın bahanesi olmaz..Amacı mutlu olmaktır sevdiği ile...Öyleyse değer vereceksiniz sevdiğiniz kadına ..Yüreğine dokunacaksınız, saçına dokunmadan önce...Ve kadın Işığıyla,neşesiyle,kahkahasıyl a başınızı döndürebiliyorsa Gözleri ile gözlerinizi okuyabiliyorsa Sevincinizi hüznünüzü paylaşabiliyorsa....İşte o kadın sizin şarabınızdır
FULYA çiçeğinin hikayesi
Bir varmış bir yokmuş ,uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış.Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır, güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış. Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden sakınıp gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En yakın arkadaşı Nergis 'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler, oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak istermiş. Nergis de çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına karşı son derece kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından
Yorumlar
Yorum Gönder